16.8.11
15.8.11
yarın
yarın standart bi gün olmasın mesela. öyle bir şey olsun ki yarın bir daha hiç gelmesin aklıma. çok özel olsun ama hatırlanmasın. bana özel olsun. ben unuturum tarihini yarının. kimse bilmesin yarın olanları. çünkü yarın bugünden arda kalanlarla yaşanır.
bugün
bugün standart bi gün. sıradan, hatırlanmayacak ama vazgeçilemeyecek. vazgeçemezsin böyle günlerden çünkü daha çok yaşayacaksın bu günleri. vazgeçemediklerin listesine eklemelisin bugünü.
- siyah yırtık çorabım
- mavi donum (mavi don olacak)
- standart gün.
öyle yani.
- siyah yırtık çorabım
- mavi donum (mavi don olacak)
- standart gün.
öyle yani.
Olmuyorsa Zorlamayacaksın!
Olsun istersin…
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.
Aşktır ; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir
araya bile getirirsin…
Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.
İştir ; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…
Dosttur ; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!
Gönlün rahat mı?
Elinden geleni yaptın mı?
Cidden!
Olmuyorsa zorlamayacaksın…
Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha da fazla üstelersin.
Aşktır ; değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin, olmayacak kaç şey varsa bir
araya bile getirirsin…
Bakarsın, ne anlattığını anlayabilmiş (?) ne de çözüm için bi’şeyler yapma gayretinde.
İştir ; sabahlarsın, “olsun” diye ailenden çaldığın zamanı oraya verirsin…
Dosttur ; hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi “O’na” ayırmaya çalışırsın…
Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bir bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi!
Olmuyorsa, olmuyordur!
Gönlün rahat mı?
Elinden geleni yaptın mı?
Cidden!
Olmuyorsa zorlamayacaksın…
Bağlanmayacaksın
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…
CAN YÜCEL
6.3.11
korsan-samsunda bale
anlık bi karardı bizimkisi. devlet opera ve balesi. nasılda heybetli geliyor oysa kulağa. kalktık gittik. önce 2 perde olduğunu öğrendik -dobgm.gov.tr adresinde dahi oyun 2 perde olarak geçiyor- sonra 3 perde çıktı. neyse bu tabi ki sorun değil. yanlışlık olmuştur göz ardı etmek lazım.
1. perde sıkıcı olmakla beraber hatalara da gebeydi aslında. önce şimşek ve gök gürültüsü senkronizasyonu inanılmaz gibiydi. ilk kez burda gördüm ben şimşekle gök gürültüsü'nün aynı anda geldiğini. ışık ve ses hızları'nın birbirine eşit olduğunu bize kanıtladıktan sonra oyun tam anlamıyla başladı.
orkestrayı gerçekten tebrik etmek lazım. özellikle şefin tatlılığından mıdır? bilinmez bir hayran kaldım orkestraya.
sonra yavaş yavaş hatalar göze çarpmaya başladı. ilk sahnelerde balerinler arasındaki anlamsız senkronizasyon kayıpları. annemin bir lafı vardır, küçükken benim el yazım hakkında söylerdi bunu harfler için "biri kalk gidelim diyor, öteki b.k yeme otur." haklıydı tabi ki kadın bu konuda. ilk sahnede aynen böyleydi balerinin biri bacağını kaldırıp indirdiği anda diğeri daha yeni kaldırıyordu. koreografi olmadığı bariz şekilde belliydi. uykuda bastırmıştı hani. neyse ara olunca bi dışarı çıkıp, soğuğu yiyince açıldık.
kararı vermiştim. 2. perdede böyle olursa, 3. perdeyi izlemiycem -ki bu arada öğrendik gösterinin 3 perde olduğunu-. neyse ki 2. perde biraz hareketlendi ve gösteri eğlenceli hal aldı. aslında bütün olaylarda gösterinin bu bölümünde başladı. zamansız alkışlamalar, alkış sesinden orkestra'nın duyulmaması, alkışın arasına serpiştirilen ve sadece 1 kişiden çıkan ıslık sesi!, bravo nîdaları. bu ıslıkçı arkadaşın tamda arkamızda oturuyor olması, bazı sert bakışları bizim üstümüze çekmedi değil, fakat kiminle göz göze gelsem hemen arkamı dönüp ıslıkçı arkadaşa bakmam, belkide bizi olası bi bale sonrası boks maçından kurtarmıştır. bilmek zorunda değilsin, ama her yerin kendine göre bir adabı vardır dimi? bilmiyorsan sende topluluğa ayak uydur. acaba ordaki 150-200 kişi ıslık öttürmeyi bilmedikleri için mi bütün oyun boyunca ıslık öttürmediler inek! bak gene sinir yaptım. tamam sakinim..
3. perde 2dende iyiydi sonunda iyi ki yarım bırakmamışım dedim. ama her perde öncesinde konuşan dış ses gösterinin sonunu 3.perdenin başında söyleyince hoşta olmadı hani. birde dış ses'in söylediği ile gösteri birbirini tutmayınca daha güzel oldu (: ama öldürücü darbe yine arkamdaki ıslıkçıdan geldi. "kızlar kartondan yapılmış gibi göğüs denen şeyden yok, erkeklere de biraz bol pantol(pantolon) giydirseler daha iyi olurmuş"
güler misin? ağlar mısın? o anda anladım samsunda ki sanat tarzını! istanbul akm'ye bu varlığı almazlar muhtemelen.
demek ki neymiş? black swan izleyipte gaza gelip baleye gitmeyecekmişsin, sırada carmen var, onuda burada irdeleriz artık. ama ben carmenden çok umutluyum. umarım hayal kırıklığı yaratmaz!
kısaca gösteri:
-1.perde: vasat
-2.perde: eh işte
-3.perde: güzel
izlenmeli mi? istanbulda hayır! samsunda mejda*
*samsun şivesinde "mecburen daaa" olarak tabir ettiğimiz, zorunluluk belirten kelime bütünü. zamanla halk arasında mejdaa halini almıştır.
1. perde sıkıcı olmakla beraber hatalara da gebeydi aslında. önce şimşek ve gök gürültüsü senkronizasyonu inanılmaz gibiydi. ilk kez burda gördüm ben şimşekle gök gürültüsü'nün aynı anda geldiğini. ışık ve ses hızları'nın birbirine eşit olduğunu bize kanıtladıktan sonra oyun tam anlamıyla başladı.
orkestrayı gerçekten tebrik etmek lazım. özellikle şefin tatlılığından mıdır? bilinmez bir hayran kaldım orkestraya.
sonra yavaş yavaş hatalar göze çarpmaya başladı. ilk sahnelerde balerinler arasındaki anlamsız senkronizasyon kayıpları. annemin bir lafı vardır, küçükken benim el yazım hakkında söylerdi bunu harfler için "biri kalk gidelim diyor, öteki b.k yeme otur." haklıydı tabi ki kadın bu konuda. ilk sahnede aynen böyleydi balerinin biri bacağını kaldırıp indirdiği anda diğeri daha yeni kaldırıyordu. koreografi olmadığı bariz şekilde belliydi. uykuda bastırmıştı hani. neyse ara olunca bi dışarı çıkıp, soğuğu yiyince açıldık.
kararı vermiştim. 2. perdede böyle olursa, 3. perdeyi izlemiycem -ki bu arada öğrendik gösterinin 3 perde olduğunu-. neyse ki 2. perde biraz hareketlendi ve gösteri eğlenceli hal aldı. aslında bütün olaylarda gösterinin bu bölümünde başladı. zamansız alkışlamalar, alkış sesinden orkestra'nın duyulmaması, alkışın arasına serpiştirilen ve sadece 1 kişiden çıkan ıslık sesi!, bravo nîdaları. bu ıslıkçı arkadaşın tamda arkamızda oturuyor olması, bazı sert bakışları bizim üstümüze çekmedi değil, fakat kiminle göz göze gelsem hemen arkamı dönüp ıslıkçı arkadaşa bakmam, belkide bizi olası bi bale sonrası boks maçından kurtarmıştır. bilmek zorunda değilsin, ama her yerin kendine göre bir adabı vardır dimi? bilmiyorsan sende topluluğa ayak uydur. acaba ordaki 150-200 kişi ıslık öttürmeyi bilmedikleri için mi bütün oyun boyunca ıslık öttürmediler inek! bak gene sinir yaptım. tamam sakinim..
3. perde 2dende iyiydi sonunda iyi ki yarım bırakmamışım dedim. ama her perde öncesinde konuşan dış ses gösterinin sonunu 3.perdenin başında söyleyince hoşta olmadı hani. birde dış ses'in söylediği ile gösteri birbirini tutmayınca daha güzel oldu (: ama öldürücü darbe yine arkamdaki ıslıkçıdan geldi. "kızlar kartondan yapılmış gibi göğüs denen şeyden yok, erkeklere de biraz bol pantol(pantolon) giydirseler daha iyi olurmuş"
güler misin? ağlar mısın? o anda anladım samsunda ki sanat tarzını! istanbul akm'ye bu varlığı almazlar muhtemelen.
demek ki neymiş? black swan izleyipte gaza gelip baleye gitmeyecekmişsin, sırada carmen var, onuda burada irdeleriz artık. ama ben carmenden çok umutluyum. umarım hayal kırıklığı yaratmaz!
kısaca gösteri:
-1.perde: vasat
-2.perde: eh işte
-3.perde: güzel
izlenmeli mi? istanbulda hayır! samsunda mejda*
*samsun şivesinde "mecburen daaa" olarak tabir ettiğimiz, zorunluluk belirten kelime bütünü. zamanla halk arasında mejdaa halini almıştır.
24.1.11
erdek vol.1
uzun zaman geçirince sılada, erdek gelir gözümün önüne. çaybahçeleri denize sıfır, oturursun yakarsın sigaranı. çayında geldimiydi, yok keyfine diyecek. yaz kış farketmez hep açık zaten çaybahçeleri. üşüdüysen gir içeri sobanın yanında iç çayını, hala denize karşı.
martıların yemek kavgasını izlerken birkaç balıkçı teknesi görürsün, martıların tam altında. yavaş yavaş uzaklaşırlar senden. onlar uzaklaştıkça martılarda uzaklaşırlar. dönecektirler bilirsin. hemde yanlarında yeni misafirlerle birlikte. balıklar..
simitçi yanaşır yanına, 2 simit alırsın, yanında da ayran bu sefer. hiç deneme simitleri martılara atmayı. vapurda diilsin kanka, yemez yani ;) ufak çocuklar gelir yanına mendil satarlar. almazsın ama için burulur. çok kovmuşluğum var onları ama günde 3 kere aynı adama mendil satılır mı be oğlum?
çıkarsın çaybahçesinden, sağa döner yürürsün. takıcıları geçersin. yanında kız varsa eğer o 15-20 mt yol ızdırap doludur. yer yer 30, bazen 45dk sürdüğü görülmüştür. kayıkhane vardır biraz ilerde, askeri gazinonun hemen yanında. 2 dayı bulursan orda şanslısındır. otur sabaha kadar muhabbet et. sıkılmazsın hemde sıkı dost olursun onlarla. 2 şişe şarap parasına hemde. var mı başka yerde 2 şaraba dost?
devam edelim yürümeye..hilal şeklini alır kumsal burdan sonra. kurbağalıdere denir fakat yer yer kanova dedikleride olmuştur bu mevkiye. iridir kum taneleri, denizde hemen derinleşir burada. boklu dere dökülüyor diye kimsenin girmediği sahil şimdi bi beach açıldı diye tiki tuku mekanı oldu. hilalin sonunda büyük bir tepe vardır. seyitgazi tepesi. hep ürkütmüştür o tepe beni. zirvede türbe vardır fakat bilinmez yatır mıdır, katır mıdır? yürü sen tepeye kadar. birazda çık yukarılara. şimdi dön ve arkana bak. erdek ayaklarının altında. 3 farklı deniz görmüş gibi olursun bu noktadan erdek'e baktığında. aman dikkat et tepenin arkasında kalan tarafın fotoğrafını çekmeye kalkma. askeri bölge! girilmez!
martıların yemek kavgasını izlerken birkaç balıkçı teknesi görürsün, martıların tam altında. yavaş yavaş uzaklaşırlar senden. onlar uzaklaştıkça martılarda uzaklaşırlar. dönecektirler bilirsin. hemde yanlarında yeni misafirlerle birlikte. balıklar..
simitçi yanaşır yanına, 2 simit alırsın, yanında da ayran bu sefer. hiç deneme simitleri martılara atmayı. vapurda diilsin kanka, yemez yani ;) ufak çocuklar gelir yanına mendil satarlar. almazsın ama için burulur. çok kovmuşluğum var onları ama günde 3 kere aynı adama mendil satılır mı be oğlum?
çıkarsın çaybahçesinden, sağa döner yürürsün. takıcıları geçersin. yanında kız varsa eğer o 15-20 mt yol ızdırap doludur. yer yer 30, bazen 45dk sürdüğü görülmüştür. kayıkhane vardır biraz ilerde, askeri gazinonun hemen yanında. 2 dayı bulursan orda şanslısındır. otur sabaha kadar muhabbet et. sıkılmazsın hemde sıkı dost olursun onlarla. 2 şişe şarap parasına hemde. var mı başka yerde 2 şaraba dost?
devam edelim yürümeye..hilal şeklini alır kumsal burdan sonra. kurbağalıdere denir fakat yer yer kanova dedikleride olmuştur bu mevkiye. iridir kum taneleri, denizde hemen derinleşir burada. boklu dere dökülüyor diye kimsenin girmediği sahil şimdi bi beach açıldı diye tiki tuku mekanı oldu. hilalin sonunda büyük bir tepe vardır. seyitgazi tepesi. hep ürkütmüştür o tepe beni. zirvede türbe vardır fakat bilinmez yatır mıdır, katır mıdır? yürü sen tepeye kadar. birazda çık yukarılara. şimdi dön ve arkana bak. erdek ayaklarının altında. 3 farklı deniz görmüş gibi olursun bu noktadan erdek'e baktığında. aman dikkat et tepenin arkasında kalan tarafın fotoğrafını çekmeye kalkma. askeri bölge! girilmez!
14.1.11
ali sami yen
uzun zaman bekledim yazıp-yazmamak arasında. öyle ya, bir devir kapanıyordu mecidiyeköy de. takımım için duygulandım, ikinci kez bu sefer üzülerek. ne kadar tatlıydı oysa ki ilki. yine sami yen de başlamıştı kopenhag'a kadar süren duygu seli. ellerimin arasında kalmıştı başım ve gözlerim yemyeşil olmuştu. tutuyordum kendimi "erkek adam ağlar mı?" ağlar ulan, hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağlar hemde. bir yandan sevinç nidaları atarken bir yandan da ağlıyordum salonun ortasında, dizlerimin üstünde. popescu atmıştı son penaltıyı. uefa kupası tarihte ilk kez türkiye'ye geliyordu.
ali sami yen de başlamıştı işte bu uzun macerası galatasarayın.
ve kapadı ışıklarını, kapılarını. sanki yaşlı ev sahipleri ölmüşte tüm mobilyaların üzerine örtü çekilmiş gibiydi koca konak. oysa bitmemişti hiç bir galatasaraylının içinde ali sami yen, bitemezde. sadece, mecidiyeköy de değil artık aslan'ın ikametgahı.
herkes için zordu son gece, veda etmek çok zordu sami yen'e. gösteriler, şarkılar. hiç gerek yoktu bunlara o gece. sadece taraftar çıkmalıydı sami yen'e. sadece tezahüratlar inlemeliydi mecidiyeköy'ün göbeğinde. yıkılacaksa sami yen, bundan yıkılmalıydı. öyle dozerle, kepçeyle değil. tezahüratlarla.
yine doldu gözlerim o gece. tugay ağladıkça kalbimden parçalar ayrıldı sanki. tuttum bu sefer kendimi. gözümden yaş gelmedi belki ama içim ağladı. hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra. nede olsa öyle demiş erhan abi. ağla, hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağla..
ali sami yen de başlamıştı işte bu uzun macerası galatasarayın.
ve kapadı ışıklarını, kapılarını. sanki yaşlı ev sahipleri ölmüşte tüm mobilyaların üzerine örtü çekilmiş gibiydi koca konak. oysa bitmemişti hiç bir galatasaraylının içinde ali sami yen, bitemezde. sadece, mecidiyeköy de değil artık aslan'ın ikametgahı.
herkes için zordu son gece, veda etmek çok zordu sami yen'e. gösteriler, şarkılar. hiç gerek yoktu bunlara o gece. sadece taraftar çıkmalıydı sami yen'e. sadece tezahüratlar inlemeliydi mecidiyeköy'ün göbeğinde. yıkılacaksa sami yen, bundan yıkılmalıydı. öyle dozerle, kepçeyle değil. tezahüratlarla.
yine doldu gözlerim o gece. tugay ağladıkça kalbimden parçalar ayrıldı sanki. tuttum bu sefer kendimi. gözümden yaş gelmedi belki ama içim ağladı. hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra. nede olsa öyle demiş erhan abi. ağla, hüngür hüngür, hıçkıra hıçkıra ağla..
23.10.10
kutu
bir kutu açılır, kutu'nun içindekiler mi dökülür dışarıya, yoksa senin içindekiler mi? açtılar kutuyu karşımda, ne varsa döküldü içimden. mantık arkaya geçti o anda, duygular sardı etrafımızı.
kutudan çıkan bir defter, ufak bir çiçek, belki bir poşet yada kopuk bir bileklik. hepsinin mi anısı olur bıradırım? hepsimi insanın içini bi matkap gibi deler geçer. hani nerde söylediğin yalanlar. hepsi mi bu kutudan korktu. nerdesiniz yalanlar? nerelerdesiniz? neden kaçtınız ve beni orada gerçeklerle başbaşa bıraktınız? reva mı bu yaptığınız?
yalanlara sığınmanın ne manası varmış? diye sordum, kendi kendime. boşuna dememiş sevgili saygılı atalarımız "yalancının mumu yatsıya kadar". zamanda biraz hata var haliyle yatsıdan sonra açtılar kutuyu. yatsıdan sonra kaçtı yalanlar. gerçekler acıymış. isottan bile acı lan. valla bak ekmek musap çarpsın. isot gibi değil zaten sonradan gelmiyor acısı. yüzüne çarptığı anda gerçekler, reaksiyonu anında alıyorsun acı şeklinde. ve hissediyorsun vücudunun heryerinde. saçı ağrır mı insanın, uyuşur mu göz kapakları? uyuştu lan valla billa uyuştu.
korktum bi an yarın ne olacak diye. sanki bi melek geçti karşıma, elinde kocaman bi oyuncak. al dedi. al bunu ve sus, yeter artık. yarın daha güzel bir gün olacak. inan bana. bu eli tut ve bi daha asla bırakma. o bırakmak istese bile sen bırakma..
kutudan çıkan bir defter, ufak bir çiçek, belki bir poşet yada kopuk bir bileklik. hepsinin mi anısı olur bıradırım? hepsimi insanın içini bi matkap gibi deler geçer. hani nerde söylediğin yalanlar. hepsi mi bu kutudan korktu. nerdesiniz yalanlar? nerelerdesiniz? neden kaçtınız ve beni orada gerçeklerle başbaşa bıraktınız? reva mı bu yaptığınız?
yalanlara sığınmanın ne manası varmış? diye sordum, kendi kendime. boşuna dememiş sevgili saygılı atalarımız "yalancının mumu yatsıya kadar". zamanda biraz hata var haliyle yatsıdan sonra açtılar kutuyu. yatsıdan sonra kaçtı yalanlar. gerçekler acıymış. isottan bile acı lan. valla bak ekmek musap çarpsın. isot gibi değil zaten sonradan gelmiyor acısı. yüzüne çarptığı anda gerçekler, reaksiyonu anında alıyorsun acı şeklinde. ve hissediyorsun vücudunun heryerinde. saçı ağrır mı insanın, uyuşur mu göz kapakları? uyuştu lan valla billa uyuştu.
korktum bi an yarın ne olacak diye. sanki bi melek geçti karşıma, elinde kocaman bi oyuncak. al dedi. al bunu ve sus, yeter artık. yarın daha güzel bir gün olacak. inan bana. bu eli tut ve bi daha asla bırakma. o bırakmak istese bile sen bırakma..
Kaydol:
Yorumlar (Atom)

